17 Şubat 2009 Salı

Allah'ım yoksa burası da mı rutin gelmeye başladı? HELSINKI

Dostlar yorumlar için çok çok teşekür ederim. İlyas olayı baya tuttu ama adam Saygın'ın dediği gibi bloga çeviri yaptırırsa kapımın kilidini kontrol etmek zorunda kalacağım sanırım çünkü kendisi karşı komşum. Ben bu gece hayatı olayına girersem çıkamam ama arada yine de bahsederim tabii tutamam kendimi.

Şimdi Helsinki'den bahsedeceğimi söylemişim. Daha bahsedecek neler var ama durun bakalım. Ondan önce başlığın kısa bir açıklamasını yapayım. Üç haftadır -hatta bir ay olacak- muazzam bir heyecan içerisindeydik malum yeni bir ülke yeni bir insan. Ancak inanın akşamaları gezip tozmak partilerde takılmak bile bir yerde sıkıcı gelmeye başladı. Hani insanlarla tanışmaya açtık ilk geldiğimizde şimdi ruh hali bir değişti. Üzülmeyin iyiyim ben. Dün Opeth konserine gittim açıldım O izlenimleri bir başka blog ta aktarayım bugün Helsinki'yi aradan çıkarayım.
Bazen bu kadar şey anlatıyorum döndüğümde konuşacağımız birşey kalmayacak mı diye endişelenmiyor değilim. "Anlattın abi onu kaçıncı baskı yavvv yeter beaaa" denirse geri dönerim Finlandiya'ya kalbimi kıran kızların ülkesine :) Gece hayatına bir eğilim var ama yok bahsetmicem bu sefer. Bugün değil ya...

Efendiim. Helsinki malum başkent. Üç haftada iki kez bulundum bu soğuk şehirde. Valla her türlü soğuk bu şehir. Tamperem Tamperem cennetim diyorum size. İğrençleşmeden devam edeyim. İlk gidişimiz 1 Şubattı sanırım hemen ikinci haftasonumuzda yani. Gaza geldik tabii, tren varmış, 160 basıyormuş, iki saatten önce varırmışız. Atladık trene. Tren muazzam yani. Muhakkak daha konforluları vardır Avrupa'da ama ben trenleri en son eski Türk filmlerindeki haliyle bıraktım bilemiyorum şimdiki durumu. Vardık Helsinki'ye bir heyecan tabii işte büyük kent falan. Ama bizde ne bir plan ne bir program. Yani anlık takılmalar yeni moda şimdi, ben de yeni yeni alışmaya çalışıyorum da yine de bir ne yapacağız ne edeceğiz sorusu sorabilirdik kendimize. Çünkü hava cidden soğuktu ve günlerden pazardı. Yani Finlandiya'daki ilk günüm de bir pazardı ve hala akıllanmamıştık. Neyse 6 € ya 24 saatlik süre içinde toplu taşımadan istediğiniz kadar faydalanabileceğiniz kent kart gibi birşey aldık (İzmir'e selam). Metroya binelim de şehrin öbür ucundan çıkalım dedik önce, sonra saçmalayalım bilmediğimiz yer dedik tramvay daha mantıklı olur dedik. Öyle de oldu. Vallahi bindiğimiz tramvayların sayısını hatırlamıyorum ama kaybolmayalım diye hep aynı yerde tren istasyonunun önünde iniyorduk. Meşhur Helsinki Katedral'ini görene kadar "bu ne biçim şehir ya hiçbişi yok" diyordum. Ama yok böyle bir bina.

Neyse akşamı ettik efendim. Planımız sabaha kadar takılıp ilk trenle Tampere'ye dönmekti. Gece 12 1'e kadar takıldık güzel güzel ama saat 5'e kadar nerde nasıl oyalanacaktık? Artık mekan bulmaya çalışıyorduk koskoca merkezde. Çoğu gece 2 gibi kapatıyordu pazardı çünkü. Yav dedik bir mekan güvenliğine nereye gidebiliriz nerde takılabiliriz. Biz dediğimiz kavram da ben dahil üç erkekten oluşmaktaydı. Bunu göz önüne alan ve bizim iyiliğimizi düşünen güvenlik "gay bar gibi birşey mi arıyorsunuz" dedi. Türkiye'de olsak heycanımızın, dar görüşlülüğümüzün kurban olup gaylerin de birer insan olduğunu unutarak "ne diyorsun sen eşşek ben öyle miyim al sana al sana" derdik, ama burda insanlar aşmıştı. "Yok" dedik kibarca "öyle bir yer aramıyoruz biz". Uzaklaştık oradan. Bir mekan bulduk orası bir arkadaşımızın eşofmanına kafayı takınca başka bir mekan bulduk saat 4e kadar açıktı ama bomboştu. Oturduk mekanın sahibinden sıcak bir hoşgeldin aldık. Adam masamıza oturdu ve baya "gençler öğrenci miyiz nasıl keyifler" geyiğine başladık.

Gayet sıcakkanlıydı, bize Finlerin meşhur "black cat" denen içkisinden ikram etti. Türkiye'den geldiğimizi söyledik. Bize Türkiye'de bulunduğunu hatta İstanbul'da başından geçen bir olayı anlattı. İstanbul'da bir barda adamın içkisine bir ilaç katmışlar ve ciddi bir tehlike geçirmiş. Adam bunu anlatırken ben de adamın barında adamın içkisini içiyordum. Korktum mu peki? Birazcık. Hayır yavrum anlatılacak yer var zaman var manyak mıısn böyle psikopat şeyler anlatıyorsun çocuğuz daha biz. Neyse sonra Helsinki'nin göbeğinde hiç de salaş sayılamayacak bir mekanda olduğumuzu hatırladım ve paranoyak olmanın gereksiz olacağını düşündüm nitekim öyle de oldu. Adamın muabbeti gayet iyiydi. 50'ye merdiven dayamış bir insan olarak tecrübelerinden yararlandık. Kendisi bir Bangkok lu bir kadınla evli bir Findi. Bize Fin kadınlarının başına buyruk olmalarından, evliliğin zorluklarından bahsetti. Ben de mekanda evlenilebilecek bir Bangkok lu var mı diye baktım ama bulamadım. Şaka bir yana, güzel bir sohbetten sonra adam yanımızdan ayrıldı malum işler var. Neyse bizim canımız sıkıldı çıktık.

Saat daha üçtü, trene iki saat vardı, hava soğuktu. Fast food gördük istasyonunun karşısında, oturduk. Küçük bir mekandı ve içerisi acayip derecede sarhoşlarla dolmaya başladı sıkıldık çıktık, kabak tadı verdi çünkü. Saat 4tü ve artık bir saat dayanıcaktık. İstasyonda yatarız diye düşündük kapalıydı. "Nalet olsun leaann" dedik ve trenlerin yanında volta atmaya başladık. Şişe kapağıyla futbol oynadık arada güvercinlerle bile konuştum. Çok üşüyordum ve oyalanmam lazımdı napayım yav. Tren vakti geldi bindik gözümüzü açtığımızda biricik yuvamız Tampere'deydik.

Yahu çok uzun olmuş. İkinci gidişimi de anlatmalıyım ama. Çok kısa sürecek söz. Şimdi ikinci gidiş daha programlıydı çünkü annemlerin tanıdıklarının yanına gittik Yaşar ile. İnanılmaz şeker insanlar, teyze ve amca değil de abla abi oldukları için çok daha rahat ettik. 12 yaşında şeker bir oğulları var bir de benden daha ağır olduğunu düşündüğüm bir tane kedileri vardı. Sevimli bir kediydi. Akşam dışarı çıktık Liberte Bar diye bir yerde The Ran adında ikisi Türk 5 elemandan oluşan Finlandiya bar grupları içerisinde oldukça da popüler olan gurubu izlemeye gittik. Gerçekten çok iyilerdi. Değişiklik oldu bizim için. Şeker bir kızla sohbet etme şansım oldu mesela ama kızın ingilizcesi böyle "huh, you know aaa, hmm" larla dolu, aksan amerikan aksanı gibiydi. Tıp okuyormuş 5. sınıfmış. Vay doktor hanım esprisini yapayım mı dedim yapmadım diye hatırlıyorum. Ama daha komiği oldu. Dedim ki "Senin aksan niye böyle hep hah huh you know diosun" dedim. "Kanadalı bir erkek arkadaşım var ondandır belki " dedi. "Çok selam söyle kardeşime ama üzerse seni ara beni kırarım kafasını" dedim. Her şey sevgili bulmak değil ki canım belki de bir dost kazandım o akşam.

Gece yer yatağında mışıl mışıl güzel uyuordum ki bir hırıltı duydum. "Yav kim horluyor" diye düşünürken elim kıllı bir şeye geldi. Gözümü bir açtım karanlığın ortasında bana bakan bir çift sarı göz gördüm. "Allah belanı vermesin kedi ya" diye bağırdım. Unutmuştum eşşek sıpasını. Yahu gecenin bir yarısında kapkara bir kedinin yerde yatarken kulağınızın dibinde hırladığını "cık cak cok" diye ses çıkardığını düşünün. Altıma ediyordum ya.


Sabah asabi davrandığım için kendisinden özür diledim okşadım kendisini. Vedalaşıp evden ayrıldık. Helsinki merkezinde birer kahve içip trenimize bindik ve yuvamıza döndük...
Helsinki maceraları böyle idi. Arada alıntılar yaparım ama şu an çkmam gerkiyor Fince dersim var geç kalacağım.

Kendinize çok iyi bakın, görüşmek üzere, nahdaaan moi moi.....

3 yorum:

  1. Paragrafları ayır . okumadım sona doğru . (:

    YanıtlaSil
  2. caaaan :D:D kedi olayına koptum orda ben olmalıydım ahh ulen ahh dedim an itibariylee :D:D
    yazmaya devam kuzen, çok eğlendim ;)
    ve...evet paragrafları ayır bir sonrakinde :)

    YanıtlaSil
  3. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil