1 Aralık 2010 Çarşamba

Son Düzlük

Günler geçtikçe hayatım daha da sıradanlaşıyor, zamanın hızlı geçmesini yeni hayatıma alıştığımın bir göstergesi olarak kabul edip kendimi teselli etmeye çalışıyordum. Haftalar bir bir geçerken güneş de kendini daha az göstermeye başlamıştı yavaş yavaş. Sabah 7'de kalktığımda beni birazcık da olsa motive edebilecek gün ışığını bile göremiyordum. Finlandiya kış depresyonuna girmem için çaktırmadan ortamını hazırlasa da bu kadar kolay teslim olmaya hiç niyetim yoktu.

Bırakın bir gönül arkadaşını hayatıma renk katacak bir süs köpeğim bile yokken bu derece kararlı olmamı sağlayan en önemli şey kuşkusuz bayram tatilinde ebeveynlerim Bay ve Bayan Cengiz'in Helsinki'ye ziyaretime gelmeleriydi. Bölüm yöneticileri bu hevesimi kıskanmış olacaklar ki tüm laboratuvar saatlerini ve ödevleri onların ziyaret haftasına denk getirdiler. Bir hafta önceden yılmadan çalıştım ve sonlara doğru biraz baştan savma işler çıkartsam da o haftayı boşaltmayı başardım.

Bu ziyaret ailemle uzun bir aradan sonra baş başa vakit geçirmem için çok önemli bir fırsattı. İzmir'deki evde televizyon izlediğimiz ve benim sürekli arkadaşlarımla buluştuğum sürece birlikte zaman geçirmek çok zordu. Ayrıca benim öyle ya da böyle yabancı dil konuşabildiğimi göstermem açısından çok önemliydi. Arada duraksamalar yapmadığım sürece Fince bile konuşabilirdim, nasıl olsa yaptığım gramer hatalarını kimse değerlendirmeyecekti.

Bu gibi sapkın düşüncelerle havaalanının yolunu tuttum. Şehir merkezinden 55 dakika süren bir yolculuk sonrası Helsinki Vantaa Havalimanı'na vardım. Havalimanlarındaki dış hatlar terminallerinin atmosferi her zaman ilgimi çeker. Bir sürü farklı ülkeden ve kültürden insanın anlamadığım dillerde hararetli hararetli konuşmaları, sağa sola koşturmaları pek bir hoşuma gider, tabii ki giden yolcu ben değilsem. Yine bu gibi gözlemler yaparken, gelen yolcu kapısının ağzına kadar yanaşmıştım. Benim gibi uzun süre bekleyen Asyalı bir abi "Yokaramukajuvaa!!" diye boynuna atlayan küçük kızına kavuşmuş ama konuklarım bir türlü çıkamamıştı. Sonunda omzunda gitar çantasıyla sevimli annemi ve bana yapılan gıda yardımlarını içeren koca bir bavulu taşıyan babamı görünce küçük Asyalı kızdan daha büyük bir mutlulukla koştum boyunlarına atladım. Mutluydum çünkü daha gitmelerine 7 gün vardı.

Günleri böyle geri saya saya son 3 gün suratımı ekşitmeye başladım. Helsinki'yi çok beğendiler hatta biraz daha müsaade etsem Paris'ten bile daha güzel olduğunu iddia edeceklerdi. Her ne kadar bu yorumların yaşadığım yeri benimsememe yardımcı olması için yapıldığını bilsem de babamın herhangi bir şey için söylediği "Olamaz böyle bir şey, yeminle söylüyorum harika bir olay" gibi sözler çoğu zaman işe yarıyordu. Annem de aylardır yaptığım "yalnızım, sıkıcı bir hayatım var" propogandasından dolayı gezdiğimiz yerlere onlar gittikten sonra da uğramamı öneriyordu haklı olarak.

Dolu dolu geçen şahane bir haftanın ardından eve döndüler. Onları uğurladıktan sonra kendimi ailemden ilk defa ayrı kalıyormuş gibi hissettim bir an. Bir an "Ağlasam rahatlarım, hem belki biri acır yanıma gelir arkadaş oluruz" diye düşünsem de sonra bir yetişkin gibi davranmaya karar verdim ve havaalanından ayrıldım. Otobüsü beklerken, aynı uçakla sözlüsünü ve annesini uğurlayan değerli arkadaşım Serkan ile haberleşip beraber döndük şehir merkezine. Otobüste giderken kendi burukluğumu "Yahu benim anne baba neyse de senin sözlün be abi" diyerek bu gibi uğurlamalara benden daha alışık olan arkadaşımın yarasını kaşıyarak hafifletmeyi düşündüm. Serkan gayet soğukkanlı ve olgun bir şekilde "Sadece bir ay kaldı dert etmeye gerek yok, bu bir ayın ne kadar çabuk geçeceğini biliyorum" diyerek cevabı yapıştırdı. Sustum.

Helsinki'ye koşa koşa gelip de daha ilk aylardan evi bu kadar çok özlemem kendimle yaşadığım en büyük çelişki olsa bile, -15C lerdeki hava sıcaklığı ve karanlık sınav haftasına rağmen son düzlüğü geçip Akdeniz ikliminin tadını çıkarmayı dört gözle bekliyorum. Tekrar buraya döndükten sonra zaten bahar gelir, günler de uzar, neşeli bir ruh haline bürünüveririm bir anda.

Sevimli ve bir o kadar da serin odamda ayağıma giydiğim kat kat çoraplarla bir yandan gitarımla barışmaya bir yandan da ders çalışmaya çalışıyorum. Sınavlar bitince neşeli ve macera dolu bloglar da geri gelir belki kim bilir?

Tüm dertlerimizin sadece soğuk hava ve sınavlar olması dileğiyle...