20 Nisan 2011 Çarşamba

Finlandiya Tarihi Özeti

Yüksek Lisans programının bana sunduğu 20 kredilik seçmeli ders hakkını en verimli nasıl kullanırım diye kara kara düşünürken bir anda karşıma çıkan sadece 1 (bir) kredilik "Get to know Finland" adında Hayat Bilgisi kitabımızın 5. ünitesinin adını anımsatan güzide dersi almaya karar verdim. Dersin sınavını da dün sabah vererek ve bir kredilik dersin sınavından bırakılmayacağını varsayarak kendisiyle tüm ilişiğimi kestim. Dersin ardından aklımda kalan ve sizlerle paylaşmak istediğim birkaç konudan en önemlisinin Finlandiya Tarihi olduğunu söylemek zorundayım.

Elbette bahsettiğim konu internette ansiklopedik bilgi şeklinde bulunabilir ancak bu gibi sitelerde önceliğinizin Finlandiya Tarihi olmayacağını göz önünde bulundurarak sizlere birkaç anekdot aktarmak istiyorum sevgili okurlarım.

"Finlandiya için 12. yüzyıla kadar pek net bir şey söylenmiş değil" diyerek tarih ile ilgili bir yazıya başlamak gerçekten utanç verici ama bu maalesef bize öğretilenin ta kendisi. 12. yüzyılın ortalarında İsveç ve Rusya arasında kalan bu bölgeyi İsveçliler doğu kısmı dışında alarak maceraya başlamışlar. 600 yıldan fazla sürecek bu uzun süreçte Finlerin hiçbir zaman köle olmadıklarını söylemekte fayda olsa da, bağımsızlık kavramının ne olduğunu da hiç akıllarına getirmediklerini belirtmek gerekir. Turku adlı güzel şehir bu dönemde kurulmuş ve Finlandiya'nın merkezi olmuş. 16. yüzyılda Avrupa'da esen Reform rüzgarları Finlandiya'ya da ulaşıp ve Finlerin kendi dillerini fark etmelerine yol açıp İncil'in Fince çevirisini yapmalarına vesile olsa da İsveççe baskınlığını hiçbir zaman yitirmemiş. 17. yüzyılda İsveç Krallığı iyice coşup Rusya'da kalan doğu toprakları da ele geçirmiş ve Finlandiya'da da iyice kadrolaşıp İsveççe'nin etkisini daha fazla kuvvetlendirmiş. Bu durum bugünkü Finlandiya'da resmi dil olarak Fince ile birlikte neden hala İsveççenin de kullanıldığının bir açıklaması olarak düşünülebilir. 

Tarih yolculuğumuza geri dönecek olursak, İsveç'in bu "asarım keserim" havaları da her güzel şey gibi son bulmuş ve Rusya'nın Osmanlı'ya da çok çektiren efsane dönemi olan 19. yüzyılın başlarında, 1809 yılında Finlandiya Çarlık Rusyası'na dahil olmuş. Bu dönemin getirdiği en önemli değişiklik ise Finlandiya'nın artık vilayetlerden oluşan ve bağlı bulunduğu krallığın herhangi bir bölgesi değil de özerk bir dükalık olarak anılmaya başlamasıdır. Finlandiya Dükü bir Rus da olsa bu değişim İsveç Krallığı dönemindeki konumlarına göre çok büyük bir yenilik olarak görülebilir. İlk Finlandiya Dükü I. Alexander Finlandiya'ya bu değişimi daha da iyi tattırmak ve İsveç'e de çok sokulmamak amacıyla 1812'de Helsinki'yi başkent yapmış, 1640'ta Turku'da kurulan üniversiteyi de 1828'de Helsinki'ye taşımış. Bu üniversite ise bugün arkadaşlar arasında "Abi teknik okulda kız ne arasın? Kızların hepsi o okulda!" diye sitem ettiğimiz Helsinki Üniversitesi'nden başka bir yer değil elbette.


Rusya dönemindeki özerklik Finlere başta kendi dillerini kullanma ve kendi kültürlerini fark edip geliştirme açısından önemli bir dönem olmuş. Finlerin ünlü destanı Kalevala da Elias Lönnrot tarafından bu dönemde 1835'te yayınlanmış.

Unutulmaması gereken bir diğer konu da Avrupa'da kadınlara seçme hakkının verildiği ilk ülkenin Finlandiya olmasıdır. O dönemki eyalet meclisi tarafından verilen bu hakkı Fin kadınlarının Dünya'nın özgüveni en yüksek, en güçlü kadınları olmasının başlangıcı olarak görmek çok da yanlış olmaz sanırım. Helal olsun tabii ki, bir toplumda kadın-erkek eşit olmadıktan sonra ne anladık medeniyetten, öyle değil mi?

1917'deki Bolşevik Devrimi sonrasında karmaşadan faydalanan Finler "Fırsat bu fırsat bağımsız olmanın tam zamanı" diyerek 6 Aralık 1917'de bağımsızlıklarını ilan etmişler. Hemen akabinde Sovyetler Birliği destekli Kızıllar ile Almanya destekli Beyazlar arasında kanlı bir iç savaş patlak vermiş. Gustaf Mannerheim liderliğindeki Beyazlar bu savaştan galip çıkmışlar. Mannerheim 1939 yılındaki "Kış Savaşı" olarak bilinen Finlandiya ile Sovyetler Birliği arasında yapılan savaşta, kendinden sayıca çok üstün Sovyet Birliği'ne karşı başarılar elde eden Finlandiya'nın komutanlığını üstlenmesine karşın yenilgiden kurtulamamış. Bu savaşta özellikle Fin kayakçı birliklerinin Sovyetlere karşı olan mücadelesinin tarihe damga vurduğu söylenir. Kış Savaşı'nda kayaklı askerleri düşünmek çok abes olmamasına karşın, alışılmışın dışında olduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım. Sovyetlere yenilen Finler bu sefer dönemin psikopat devleti Nazi Almanyası'nın Sovyetler Birliği'ni işgal etmesi ile birlikte kaybettiği toprakları geri alma umuduyla 1941'de Almanlarla birlikte savaşa girerler. "Devam Savaşı" olarak da bilinen bu olay sonucunda Almanların yenilmesi üzerine doğal olarak yenik sayılmışlar ve daha önce kaybedilmiş toprakların yanında birkaç ödün daha vermek zorunda kalmışlar. Savaşın favorisine oynayıp son maçtan kuponları yatıvermiş bir nevi.

Komutan Mannerheim 2. Dünya Savaşı sonuna doğru Cumhurbaşkanı olarak görev yapıp 1946'da bu görevden ayrılmış. Fakat kaybedilen savaşlara rağmen özellikle Sovyetlere karşı yapılan başarılı savunmaya önderlik etmesi ile Finlandiya tarihinde çok önemli bir yeri olan Mannerheim'e Finler Helsinki'deki en büyük caddeye onun adını (Mannerheimintie) vererek şükranlarını sunmuşlar.

2. Dünya Savaşı sonrası bir yandan Sovyetlerle iyi ilişki kurmak isteyen Finler öte yandan da Helsinki'de 1952 Yaz Olimpiyatları'nı düzenleme onuruna erişmişler. 1940'da düzenlenmesi planlanan oyunlar malum savaş nedeniyle 1952'de düzenlenmiş ve Finlandiya bu önemli fırsatı başarılı bir şekilde kullanmış.

1956'da ise sahneye Finlandiya Cumhurbaşkanlığı'na seçilip 1982'ye kadar bu görevi sürdüren Finlandiya yakın tarihine damga vurmuş bir başka önemli isim Urho Kekkonen çıkmış. Soğuk Savaş'ın en kritik döneminde burnunun dibindeki Sovyetler Birliği ile ilişkileri sağlam tutan Kekkonen döneminde Finlandiya Doğu-Batı arasındaki tarafsızlık politkasını son derece başarılı bir şekilde uygulamış.

Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından Finler tarafsızlık olayının tadını kaçırmadan 1992'de İsveç ile birlikte Avrupa Birliğine başvurmuş ve 1994'te kabul mektubunu almışlar. Halkın %57'si referandumda "evet" deyince yepyeni bir sayfa açılmış. %57'yi son derece kritik bir oran olarak görmek yanlış olmaz sanırım. 17 Nisan 2011'deki seçimlerde Avrupa Birliği'ne tamamen karşı oldukların söyleyen "Gerçek Finler"in bu söylemleri ile %19 üstünde oy alıp devasa bir yükseliş göstermeleri ile birlikte hatırı sayılır orandaki Finlerin "lanet olsun AB'ye de Euro'ya da" diye çemkirdiklerini söylemek kuşkusuz doğru bir tespit olacaktır.

Avrupa Birliği sonrası Nokia gibi şirketlerine sağlam pazar olanağı bulan Finlandiya ekonomik açıdan pozitif ivme gösterse de, son yıllardaki kriz sonrası işsizlik oranının artması ve bana bile anlatmadıkları türlü sebeplerden dolayı son seçimlerde aşırı milliyetçi hatta ırkçı partiye rağbet gösterdiklerini görüyoruz. Avrupa Birliği'ne ve beraberinde getirdiği Euro'ya, ekonomik bunalımdaki diğer AB üyelerine yardım gibi konulara tamamen karşı olduğunu söyleyen "Gerçek Finler" (Perussuomalaiset) gerçek bir seçim başarısı göstererek başta bana ve tüm Avrupa kamuoyuna "Peki şimdi ne olacak?" sorusunu sordurtmuştur. Türkiye'de göz göre göre artan ampul faşizminden kaçıp buralara bel bağlayan bendeniz olası bir Fin Faşizmi'ne karşı ne yapacağımı henüz belirlememiş olsam da bir günde her şeyin değişmeyeceğini varsayarak şu an "bekle ve gör" metodunu benimsemenin daha faydalı olacağı kanısındayım.

Kendi çapımda Finlandiya hakkında sizlere bilgi vermeye çalıştım. Bahsetmediğim veya özensizce bahsettiğim tüm olay ve karakterlerden dolayı beni mazur görmenizi diliyorum.

Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle...