18 Eylül 2010 Cumartesi

Merhaba Finlandiya Beni Hatırladın Mı?

İstanbul'da eşyalarımı toplarken bir yandan da ertesi gün Helsinki'de söyleceğim bu lafın provasını yapıyordum. İzmir'de arkadaşlarımla vedalaşmış, İstanbul'da uçağım için günleri sayıyordum. Havaalanına geldiğimizde ruh halimin bir buçuk yıl önce Tampere'ye gitmek için geldiğim zamana göre çok daha farklı olduğunu hissettim. Resmen duygusuzlaşmıştım. Annemin ve babamın "yemek ye yavrum ve uykuna dikkat et, uyu" sözleriyle orada ölüm orucuna girmemden dolayı duydukları endişeleri hissetmeme rağmen, ben hiçbir tepki veremiyordum. Bir an önce pasaport kontrolüne girip, ayrılmak istiyordum yuvamdan. Başka zaman olsa "nolur göndermeyin" derdim ama bu sefer fazla gaza gelmiştim sanki.

Uçağa giderken ürkütücü hacimdeki sırt çantamı alırlar mı almazlar mı diye kendimi yiyip bitiriyordum. Uçağa girmeyi başarmıştım ama en son ben geldiğim için hacimli çantamı dolaba yerleştirmek ve yerleştirirken de zorlandığımı hosteslere belli etmemek için büyük efor sarfettim. Uçakta Erasmus öğrencisi çoktu, çoğu ile hemen hemen aynı yaşta olmama rağmen "gençlere bak, kanları kaynıyor tabii normal" diye iç geçirdim ve İstanbul'dan ayrıldık.

Geleneksel aktarma noktam Riga Havaalanı'na sorunsuz bir inişin ardından Hesinki uçağını beklemeye başladım. İlginçtir Helsinki'ye de sorunsuz bir iniş yaptım. Helsinki'ye geldiğimde her şey çok sakin görünüyordu. Elbette bir karşılama beklemiyordum ama pek bir umursamaz gördüm insanları, oysa ikinci evime gelmiştim. "E ne yapsalardı be çocuk?" dediğinizi duyar gibiyim ama o an bana çok sönük geldi ne bileyim.

İlk gecemi Helsinki Olimpiyat Stadyumu'nun dibindeki hostelde geçirecektim. Stadium Hostel adındaki bu şirin yer zaten Helsinki'de kalabileceğiniz en uygun yer. Odama yerleşip, bıcı bıcı yaptıktan sonra internete kavuşmak için bilgisayarımı alıp ortak alana koştum. Geldiğimde iki arkadaşı Türkçe konuşurken duydum ve hemen kulak kabarttım. Mutsuzlardı, "Merhaba arkadaşlar, neden mutsuzsunuz?" diye sorduğumda, bana kalacak yer sıkıntılarının olduğunu, hostelin de bu pazar ve bazı günlerde tamamen dolu olduğundan bahsettiler. Bense kalacak yer için başvurmuştum ancak henüz bir cevap alamamıştım. Planım, heyecan yapmadan hemen ertesi gün başvuruma cevap vermeyen HOAS adlı kuruma gidip "Ne kadar istiyorsanız vereyim bana bir yer bulun" diye çıkışmak ve karşılığında "Aman Can Bey paranın lafı mı olur buyrun bu gece bizde kalın" şeklinde bir cevap almaktı ya da en kötü bana hemen bir yer bulup anahtarını vermeleriydi. Ancak Eren ve Kevser -artık tanışmıştık- HOAS'a da yoğun bir talep olduğunu durumun vahim olduğunu söylediler. O ana kadar soğukkanlılığımı koruyan ben yavaş yavaş endişelenmeye başlamıştım. Daha sonra iç geçirerek bilgisayarımı açıp Facebook'ta arkadaşlarım tarafından gitmem hakkımda yorum yapılıp yapılmadığını kontrol edecekken HOAS'tan gelen maili gördüm ve heyecanla okudum. Bir son dakika mucizesi ile HOAS bana bir yer bulduğunu ve halime şükredip mutlaka kabul etmem gerektiğini söylüyordu. Ben de öyle yaptım ve sevinçle odama koşup hemen sabahın olmasını bekledim. Bekledim derken uyudum tabii ki.

Sabah erkenden kalkıp okula gittim. Kampusu gerçekten beğenmiştim, yemyeşildi bir kere. Ayrıca eğitim hayatım boyunca ilk defa bölüm binası gibi bir kavrama kavuşacaktım. Kayıt işlerini hallettikten sonra, HOAS'a koşup kira sözleşmesini imzalayıp anahtarımı teslim aldım. Bunları yaparken otobüslere harcadığım eurolara içim gidiyordu. Otobüs kartı alabilmem için önce yabancılar dairesi diyebileceğimiz kuruma gidip kayıt yaptırmam gerekiyordu. Bir saat önce aldığım yeni ev adresimi de belirttiğim formu doldurup resmi ikametgahımı aldıktan sonra yakınlardaki başka bir ofisten otobüs kartımı aldığımda bir gün içinde çok önemli işler yaptığımı farkettim. Çok yorulmuştum.

Ertesi gün yine erkenden okula gittim, bu sefer okulla ilgili oryantasyona katılmayı planlıyordum. Yaklaşık kırk elli kişi bir amfide toplanmıştık. "Hadi kendimizi tanıtalım" komutunu aldıktan sonra, sırayla tek tek ayağa kalkıp adımızı ve memleketimizi söyledik. Bu yöntemle bir saattir yanımda oturan çocuğun adının da Görkem olduğunu öğrendim ve kaynaştık tabii. Öğleden sonra bölüm başkanı ile toplantı için üst kata çıktığımda da eski bir ODTÜ Kıbrıs öğrencisi olup daha sonra Ankara'ya geçen Sinan ile karşılaştım. Büyük bir samimiyetle sohbet edip toplantıya girdik. Bölüm başkanı, profesör falan denilince biraz gerildim. Ancak ortam çok rahattı, zaten toplantı dediğim şey de hepimizin masanın etrafında oturup kırk yıllık kankaymışız gibi hocayla sohbet etmekten ibaretti. Hocamız Matti gerçekten çok sempatik bir adamdı. Bir profesörden çok dersanelerdeki fizik hocasını andırıyordu rahatlığıyla. Bölümdeki dersler hakkında bilgi verdi ve seçmeli dersler konusunda da "Alışverişte lazım olur, ayrıca Fin kız falan tavlarsınız" diyerek Fince'yi tavsiye etti. Toplantıdan sonra Sinan'ın odasına gittik. O sırada Sinan'ın ODTÜ'den sınıf arkadaşı Utku ile tanıştım. Utku, bir gün önce kayıt sırasında bana hangi formları doldurmam gerektiğini söyleyen şeker adammış meğersem. Zaten o an bir kanım kaynamıştı sormamıştım memleketini, toprakmışız oysa. Sinan ve Utku'ya ne yapıp ne ettiğimi anlattım ve yeni evime gitmeyi planladığımı söyledim. Yine meğerse Utku geçen sene benim muhitimde oturuyormuş. "Gel birlikte gidelim biraz karışıktır oraları bulması" diyerek beni benden aldı. Sinan ve Utku ile birlikte en az bir yıl kalacağım yeri görmeye gittik. Yine bana kucak açan insanları bulmuştum, mutluydum. Okuldan otobüse bindik ve yarım saat sonra mahalleye vardık. Evet artık her gün okula giderken o yolu çekecektim. En azından kalacak bir yerim vardı. Kapıyı açıp içeri girdiğimde boş bir koridor beklerken her tarafın dayalı döşeli olduğunu gördüm. Ev arkadaşlarım anlaşılan oldukça temiz ve düzenli adamlardı. Girişte yirmi çift ayakkabı gördüğümde ise cemaat evine geldiğimi zannedip ciddi biçimde ayvayı yediği düşündüm. Duvardaki kocaman Nelson Mandela resmini görünce korkum geçti. Anlaşılan evde Afrikalı birileri vardı. Hemen arkamdaki dambılları ve mutfak girişindeki barfiksi görünce tekrar korkmaya başladım. Biraz daha ilerleyip odamın kapısına geldim ve gözlerimi kapatarak anahtarı çevirdim. Oda bomboştu ama buna hazırlıklıydım. HOAS bundan bahsetmişti. Sadece elbise dolabı vardı ama içerisi temizdi. Zamanında Tampere'de odama hemen yerleştirilirken perde ve nevresim takımım yok diye söyleniyordum, şimdiyse bir yatağa muhtaçtım.

Evden ayrıldıktan sonra Utku günün bir başka güzel hareketini yapıp bizi mobilyaları alabileceğimiz ikinci el dükkanına götürdü. Dükkanda yok yoktu. Etrafa saldırıp yüz eurodan biraz fazla ödeyip, yatak, masa, koltuk sandalye karışımı birşey, tabak çanak alarak ve taşıma parası vererek önemli bir işi daha halletmiş oluyordum. Fakat mobilyalar ancak dört gün sonraya salı gününe gelebilirlerdi. O gece hostelde kalacaktım. Kalan üç gün için de Sinan bana kucak açmıştı. Çok yardımcı oldular bana sağolsunlar.

Sinan ile kardeş kardeş yaşadık üç gün boyunca. Genel olarak Çakıl Taşları, Küçük Sırlar ve fanatiği olduğum Geniş Aile'yi izleyerek vakit geçirdik. Bu arada Ikea'ya gidip tencere, masa lambası, duş perdesi, yastık, yorgan gibi ihtiyaçlarımızı da karşıladık. Akşam Görkem de bize katıldı, basketbol şampiyonasını takip edip kampus turu attık.

Salı günü geldiğinde yuvama kavuşacağım için mutluydum. Eşyalar saat 3-4 arası gelecekti, adamlar saat tam 3'te kapıya dayandılar. Zaten sağlam bir nakliyat parası verdiğim ve muhtemelen reddedeceklerini düşündüğüm için bir şey ikram etmedim adamlara. "Sağolun" dedim ve eşyalarımla başbaşa kaldım. İlk defa oda tasarımı yapacaktım ama az eşya olduğu için çok zor olmadı. Internet kablosunu taktığımda bağlantının da sorunsuz olduğunu görünce huzura kavuştuğumu hissettim.

Akşama kadar ev arkadaşlarımın gelmesini bekledim. Ev o kadar düzenliydi ki, tabağımı tenceremi koyacak yer bulamadım, kendimi misafir gibi hissettim, ürktüm. Sonunda biri içeri girdi hemen koridora fırladım. Gencecik fidan gibi biri duruyordu. Kendimi tanıtıp yeni ev arkadaşı olduğunu söyledim tüm sevimliliğimi takınarak. Karşılığında hödükçe bir "What?" aldım. Uzun bir süre iletişim kuramadık ama kendisinin iyi bir çocuk olduğunu anladım. Henüz liseye giden Maksim adında Rus bir gençti kendisi. Biraz garip bakıyordu, her an beni bıçaklayabilirmiş gibi hafif bir psikopat edasına sahipti sanki. Ancak bu benim paranoyaklığımdan başka bir şey değildi elbette.

Yarım saat sonra ise asıl patron geldi. Afrikalı tezim doğru çıkmıştı. Soğuk bir merhabanın ardından hala kendisine sevimli sevimli baktığımı hissetmiş olacak ki dönüp bir de "Hoşgeldin! Ben Tanzaya'dan Steve, sen kimsin çocuğum?" dedi. Kendimi tanıttım ve Steve'den evle ilgili temel bilgiler aldım. Kendisi uzun süredir bu evde kalıyordu ve anlaşılan sürekli gelip giden değişim öğrencilerinin pasaklılığından çok çekmişti. Testiyi kırmadan dayağa başlamıştı. "Burası mutfak burada yemek yaparız, bulaşık bırakmıyoruz temiz tutuyoruz tamam mı?" dedikten sonra, benim "Evet abi anladım" şeklindeki masum yüz ifademi görüp hemen ardından "Hoşgeldin" diyordu tekrar. Steve otuzdan fazlaydı ve onsekizin altındaki liseli elemanla bir yıldır aynı evde yaşıyordu. Anladığım kadarıyla Maksim annesinin yanından direkt buraya gelmişti ve yemek, bulaşık, genel ev temizliği konusunda ilk eğitimi Steve'den almıştı. Adam bundan artık bıkmış oalcak ki biraz sert konuşuyordu genç kardeşe. Steve beni de aynı şekilde tıfıl zannettiği için "Burada malesef anne yok, bu bakımdan düzenli olmalıyız. Hmm, hoşgeldin" dedi. Önce ayar verip sonra hoşgeldin diyordu ama tabağımı çanağımı, kabımı kacağımı koyacağım yerleri gösterip birkaç gün sonra da odama alacağım lamba konusunda bana yardımcı olacaktı bu siyah adam. Kendisine merak etmemesini, genelde özel alanımı kirli, ortak alanları temiz tutan ideal bir ev arkadaşı olduğumu söyledim. Odama geçip kendi kendime yapabildğim yegane yemeğim noodle ımı yerken, Steve kapımı tıklatıp "Con, bir dakika gelir misin?" dedi. Adım artık Con'du. Kapıyı açtığımda Steve'in belinde havlu vardı ve duştan yeni çıkmıştı. "Bir dakika gel" dedi, "Allah'ım ilk günden bunu hakedecek ne yaptım ben?" diye korkulu düşüncelerle takip ettim kendisini. Banyoya girip, "Duştan sonra yerleri ıslak bırakmıyoruz, böyle siliyoruz tamam mı? Hoşgeldin!" dedi. Adamın günahını almıştım. Büyük bir rahatlıkla "Anladım" dedim.

Şimdi apartmanın giriş katındaki evimde, manzarasız odamda duş için aldığım perdenin cuk diye oturduğu kocaman penceremle, tam bir internet bağımlısı olmama rağmen mutluyum. Burası Tampere'den ve Erasmus ortamından çok farklı ama hayatımdan memnunum. Burada gerçek bir memur hayatı yaşamayı planlasam da elimde değil muhakkak size anlatacak bir şeyler bulurum sevgili okurlarım.

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere kendinize çok iyi bakın...