13 Nisan 2009 Pazartesi

Paskalya Tatili

Merhaba dostlar... Geçen hafta ne yapmışız ne etmişiz diye düşündüğümde son derece sıradan ve yavaş başlayıp sonra temposunu hızla artırıp sona eren bir dönem görüyoruz geriye baktığımızda. Ekonomi yorumu gibi oldu benim hoşuma gitti açıkçası şu an. Neyse efendim hızlıca konuya gireyim, Hristiyan alemi bu dönemlerde kutsal Easter'ı (Paskalya diyoruz, hani şu yumurtaların boyandığı) kutluyor. Okulumuz perşembe gününden beri tatil o anlamda keyifler yerinde. Zaten perşembe gününe kadar yine okul ve ödev stresiyle uğraşıp, perşembe akşamı ile birlikte gece hayatına hızlı bir dönüş yaptık.

Perşembe akşamı Klubi adında kaliteli bir konser mekanına gittik. "İki grup çıkacakmış daha sonra da dj eşliğinde eğlenilecek coşulacakmış" diye öğrendik, çıktık. Gruplar başarlıydı fakat ikincisi bir garipti. Mekana girerken bir afiş gördüm, 4 kız gözlerini kapatan maskelerle siyah kıyafetleriyle poz vermişlerdi. "Anaokulunun şenliği var" dedim kızlar çok küçük görünüyordu çünkü. Daha sonra bu 4 kızın bir müzik grubu olup da saat 23'te sahne alabileceklerini düşünemedim tabii, sahnede tipleri görünce oldukça şaşırdım. Gerçekten çok garip ve kendilerine özgü bir tarzları vardı ama enerjiklerdi, takdir ettim. Yalnız şarkı aralarında bu kadar konuşan çenesi düşük bir grup görmedim ömrüm boyunca. Sürekli Fince bir şey söylüyor biri, sonra öbürü konuşuyor kendi aralarında takılıyor kızlar. Hadi biz anlamadık, seyirci de tepki vermiyor yani. Daha sonra sorduk yerli seyirciye, "valla biz de anlamadık, kendi aralarında takıldılar" dediler. Neyse oradan geç bir vakitte çıkıp durağa yürüyecekken kar yağdığını fark ettim. Çok sinirlendim başta. "Yeter be Nisan'ı ortaladık hala yağıyorsun istemiyorum seni" dedim. Ama dikkatli bakınca o saatte, o kadar güzel bir manzara vardı ki karşımda. Fikrimi değiştirdim, sakinleştim. Son kardı çünkü bu, bir daha Van'da askerlikte görürdüm karı, başka nerde ne zaman göreceğim ki? O gece uyku tutmadı sabah 6 gibi yattım herhalde.

Efendim sonraki gün, arkadaşlarımız civardaki bir göle yürüyüşe gidiyorlarmış. Onlara takıldım. Gerçekten o varoş dediğim Hervanta denilen okulumun da bulunduğu semtte çok tatlı manzaralar varmış. Ördeklere baktm uzaktan, donmuş gölü hayretler içinde izledim, doğayı içime çektim bir hoş oldum. Bugüne kadar neredeydim diye sordum kendime, geç keşfetmiştim güzellikleri. Neyse beraber yenilen güzel bir yemekten sonra Mülazım'ın ısrarı üzerine yine bir partiye katıldık şehir merkezindeki Love Hotel (isim dikkat çekici) denilen mekanda. Haftalar önce bir şapka almıştım dikkatli izleyenler Facebook'taki resimden bilirler :p, sonunda gerekli özgüveni alıp o şapkayla gitmeye karar verdim. Hani ters bir hareket yapsak aha bu şapkalı yaptı diyecekler, riski var sonuçta. Hiçbir terslik olmadı güzel güzel efendi efendi eğlendik evimize döndük sağ salim...

Geldik Cumartesi gününe... Sabah odamda bilgisayar başında takıldıktan sonra, öğleden sonra Yaşar ile birlikte şehir merkezine gittik. Güneş vardı tüm güzelliğiyle, masalar dışarı atılmıştı işte beklediğimiz Tampere gelmişti. Hemen bir bira aldım masaya oturduk ve "Deniz ve vapur da olsa yanı başımda al sana Kordon, bir de mendilci kız tabii" dedim içimden. İnanılmaz mutluydum ya. Sonra eve döndük. Yemekten sonra daha önce ismini duyduğum bir rock bara gideyim dedim. Eşlik edecek kimse yoktu yalnız gittim. "Şöyle bangır bangır müzik dinler kafamı dinlerim (!)" diye düşünmüştüm. Ama canım çok sıkıldı çünkü ortam sohbet muhabbet ortamıydı. Gece otobüsüne muhtaç kalmadan vakitlice döndüm. Tam odama girerken Yunan (Yunanlı değil Yunan, Finli diye de bir şey yok Fin, öyle diyor bazı uzmanlar, peeh kimin umrunda) karşı komşum Ilias "Nasılsın adamım nereden geliyorsun?" dedi. Durumumu anlattım. "Yunanistan'dan arkadaşlarım geldi, İspanyollar da gelecek bize katıl" dedi. "Çok teşekkür ederim abi ama erken yatmalyım" dedim. "Düşün kararını ver ben burdayım" dedi. Ilias çok sevdiğim takdir ettiğim babacan sıcakkanlı bir insan. "Sıla derdine düşünce anlarsın Yunanlıyla kardeş olduğunu" misali. Neyse odaya girdim şöyle bir düşündüm. Doğrudan aldığım
ilk uluslararası davetti bu. Çaldım kapısını "Geliyorum" dedim. "İşte budur adamım, Erasmus bu lütfen yani" dedi. Arkadaşları ile tanıştım içeride. Andres adlı İspanyol arkadaş kendini tanıtırken "I'm Andres, in the mornings dressed, in the evenings undressed" diye bir espri yaptı. Düşündüm, adam sempatikti ve imrendim doğrusu. Neyse beraber çıktık, durakta Mülazım'a, girdiğimiz mekanda da Yunus'a rastladım. "İkili İlişkilerde Neden Kaybedenler Hep Biz Romantik Erkekler?" adlı konferans düzenledik kendi aramızda. Konu hassastı ve tüm gece sürerdi. Nitekim öyle oldu, ortada ne İspanyol ne Yunan kaldı kendi aramızda konuştuk gece boyunca. Ama iyi vakit geçirdim açıkçası. Dönerken otobüste gece tarifesi olarak iki euro vermeyi unutup yürüyünce şöförün "uleaaayyn" diye bağırması biraz korkutsa da, sakin bir Fin insanını bağırtan ilk Türk olarak tarihe geçmenin haklı gururunu da yaşamadım değil.

Gelelim Pazar gününe. Bugün gerçek Paskalya günüydü sanırım. Sürekli sorduk "5 gün tatiliniz var hangisi asıl Easter" diye. Bugünmüş. Mülazım aracılığı ile Polonyalı kardeşlerin düzenlediği Paskalya kahvaltısına katıldım. Kızlar bir zahmet etmişler anlatamam dostlarım. Çok afedersiniz öküz gibi yedik. Boyalı yumurtalardan da tattık. Malesef hala tam olarak anlamış değilim "Paskalya'da yumurtanın mantığı nedir" diye. Ben de isterdim bu blog eğitici öğretici olsun diye ama üzgünüm. Gidin Finlayson'dan bahsettiğim blogu okuyun o eğiticiydi biraz. Neyse şımarmadan konuya döneyim. Karnımızı 4 Polonyalı, 3 Çek, 1 Slovak, 1 İspanyol ve ben hariç 1 Türk'ten oluşan uluslararası masada tıka basa doyururken bilgisayarda çalan Türkçe müzikle şaşkına döndüm. Marta adlı arkadaşımız Türkçe de seviyormuş meğer. Hoşumuza gitti tabii. Açıkçası masada çok mükemmel bir muhabbet dönmedi ama amacım o geleneği tatmak ve öyle bir ortamda bulunmaktı sonuçta. Nitekim güzel bir anı oldu bu da...

Akşam Galatasaray - Fenerbahçe derbisini izledik internetten, Beşiktaşlı olarak tam istediğim gibi berabere bitti. O da ayrı bir mutlu etti. "Beşiktaş ben yurt dışındayken şampiyon olursa, bugüne kadar sorun bendeymiş deyip Türkiye'ye dönmem" gibi bir düşüncem vardı aklımda. İlerleyen günler de göreceğiz bakalım.

Neyse dostlarım biraz dağınık bir blog sundum size kusura bakmayın. Ama geçen haftanın raporu böyleydi. İki gün sonra Almanya'ya gidiyoruz bildiğiniz üzere. Bir süre yazılarıma ara veriyorum. Sonra vakit bulursam anıları paylaşacağım tekrar.

Kendinize çok iyi bakın görüşmek üzere....

1 yorum:

  1. Güle güle git güle güle gel can. Aman dikkat et bunlara sakata getirmesinler seni :) Emre hız sınırlarına uysun :P

    Bi de o yumurtalar doğurganlığın, baharın simgesi (hani bilgilendiricilik açısından :D )

    görüşmek üzere

    YanıtlaSil