7 Nisan 2009 Salı

Hannu, 5. Helsinki Kuşatması ve Suomenlinna Adası

Sevgili okurlarım en son sınavlarıma ara verilmesini kutlarken bırakmıştınız beni. O gece cebim titredi, hayatımda tanıdığım en delikanlı Fin dostum Hannu'dan mesaj aldım. "Haftasonu ne yapıyorsun? Bir şeyler ayarlayabiliriz" gibisinden bir mesaj. Önce size Hannu kardeşi tanıtayım. Okulun ilk günü Yaşar ile yol iz bilmezken, bir hocanın ofisine gitmemiz gerekiyordu "nasıl gideriz, naparız" diye kıvranırken bir gruba sorduk ofisi. İçlerinden 1.60 boylarında, kıvırcık saçlı sevimli bir abi "gelin bakalım, bulalım neresiymiş" dedi. Dolaşmaya başladık. Kendi arkadaşlarına sordu etti. "Kardeş işin gücün var zahmet etme biz sora sora buluruz" dedik. "Ne zahmeti aşkolsun" dedi ve dostlarım adam ofisin kapısına kadar götürdü bizi bıraktı. İsmini sorduk. "Hannu" dedi. Tanıştık, telefonunu aldık ve ilk Fin arkadaşımızı bulmuş olduk. Diğerleriyle barda tanışıcağımızdan habersizdik tabii o zaman :p Şaka bir yana daha sonra çok karşılaştık Hannu ile. Hal hatır sorduğumuzda kısacık boyuyla elini yana açıp "iyilik nolsun" diye tepki vermesi çok şeker ya. Ama adam her şeyden önce vefalı arkadaş. Opeth konserine adam ararken "söz vermeyeyim ama araştrayım konseri, nerdedir, bileti ne kadardır söylerim sana" dedi. Sabah çat mesaj "Opeth şurda, saat şu, fiyat bu gelmeye çalışırım" dedi. Bu kadar ilgiyi benim gibi iyi kalpli(!) bir insan bile göstermez bir yabancıya ya. Sonra görüşelim bir haftasonu dedik. Baya zaman geçti benim aramam lazımken adam aradı "kusura bakma görüşelim dedik ama hastayım bu aralar yatıyorum evde" dedi mahcup etti. Neyse uzun lafın kısası geçen cuma Hannu kardeşimle Tampere ortamlarına aktık. "Gece klübü falan istemem, sesimizi duyalım başıma gidiyor valla bu aralar" dedim. Yaşlanıyordum sanırım. Uzun uzun sohbet ettik. O da zamanında Belçika'da Erasmus öğrencisiymiş. Halimizden o nedenle iyi anlıyor tabii. "Ne var Can halinde?" demeyin bir yerden sonra ev özlenmiyor değil. Ardından makul bir saatte ayrılıp vedalaştık.

Ertesi sabah erken kalkıp Helsinki'ye gitmem gerekiyordu. Orada yaşayan tanıdıklarımız gelecek hafta Paskalya tatilinde Türkiye'ye gidecek olan Yonca Abla ve Murat Abi'ye kışlıklarımı verecektim yerim rahatlasın diye. 40 kg ile Finlandiya'ya gelebilmiş olmam bir mucizeydi ama aynı ağırlıkla dönmem bavul toplamadaki yeteneksizliğim nedeniyle imkansızdı. Yonca Abla ve Murat Abi daha önce Helsinki başlıklı blogumda anlattığım tanıdıklarımız. Daha önce bizi misafir etmişlerdi Lokum adlı kedileriyle ufak bir tartışmamız olmuştu okuyanlar bilir :) Neyse efendim sağolsunlar yine ilgilendiler güzel bir öğlen yemeği yedik. Öğleden sonra çok sevimli oğulları Balıhan'ın arkadaşlarıyla vereceği konsere gidecekleri için erken gittim evlerine. Bu konser olayına dikkat edelim. 12 yaşındaki Balıhan'ın basketbol ve gitarla yakından ilgilenen sosyal bir çocuk olmasını geçtim, verecekleri konserin aslında arkadaşarı ile birlikte yapmayı planladıkları bir kamp için para toplama amacıyla düzenlenmiş olması inanılmaz bir olaydı. Bizde anneden babadan para alınır gidilir, parası olmayan evinde oturur değil mi? Finlandiya'da işte bu güzel imece ruhu en derin anlamıyla hissediliyordu ve çocuklar parayı konser vererek ve ayrıca konser mekanında aileleriyle beraber kurabiye vb şeyler satarak karşılıyorlardı. Gerçekten takdire şayandı. 21 yıllık koca hayatımda böyle birşey yapmadığım gibi Avrupa turum için gerekli parayı değil kurabiye, korsan CD bile satsam karşılayamacağımı bildiğimden en iyi bildiğim şeyi yaptım ve iç geçirdim. (Ayrıca yazarken fark ettim keşke ben de konsere gitseymişim takdir ediyorsun bari etkinliğe katıl, katkın olsun be adam. Valla aklıma gelmedi ya)

Neyse efendim akşam görüşmek üzere onlardan ayrıldım ve şehir merkezine geldim. Yalnızdım ve Helsinki'de yine güneş yoktu. Karlar erimişti ama bu sefer yağmur sahnedeydi. Yalnızlık ve yağmur çok etkileyici bir ikiliydi. Tramvayın istikametini doğru tahmin edemeyince 5 dakikalık mesafedeki limana (yürüyerek 10 dakika) bir saate yakın bir sürede vardım . Sağ elimle sol kulağım tutmuş gibi oldum başka bir deyişle. Neyse limana gelmemin sebebi bir gün önce Hannu'nun bahsettiği Suomenlinna adasına giden vapura binmek içindi. Hannu askerliği de orada yapmış. Burada öğretime ara verip askerliği yapıyorlar. Bizim gibi master, doktora derken 35 yaşında gitmiyorlar yani. Ayrıca kamu hizmeti gibi bir alternatif de var askerliği tercih etmezsen. Vapurda şık giyimli subaylar da vardı, lojmanlara gidiyorlardı heralde ne bileyim. Derken 10 dakikada vardık adaya. Yağmur çiseliyordu, ada boştu ve yalnızdım. Tam kliplikti ya. Bu yalnızlık olayını çok vurguladım Facebook'ta fotoların altına yazdım farkındayım ama ne bileyim 5 saatliğine de olsa garip bir duyguydu bilmediğin yerlerde dolaşmak o şekilde. Burada 2 hafta yalnız başına 3 ülke gezen arkadaşlarım var tabii benimki onların yanında komik kalıyor. Şeker şeker fotolar çektim. Çok tatlı bir havası vardı adanın. Köprülerle bağlanmış adacıklardı aslında. Karnım acıktığı ve akşam dostlarımızla tekrar buluşacağımız için ilk vapurla geri döndüm merkeze. Havalar biraz daha düzelince yine geleceğim Suomenlinna'ya. Merkezde dolanıp buluşacağımız kafeye doğru giderken şunu fark ettim ki Helsinki'ye kanım kaynıyordu gittikçe. İlk gittiğimde bomboş istasyonda buz gibi havada tren beklerken vakit geçirmek için güvercinlerle konuştuğum Helsinki nerde, şimdiki nerde...

Akşam Yonca Abla ve Murat Abi ile tekrar buluştuk. Onları beklerken yan masama kızlı erkekli bir grup oturdu azıcık lafladık. Tampere'de öğrenciyim deyince koptu masa. Birisi bizim okulda öğretim görevlisiymiş meğerse baya matrak bir muhabbet oldu. Adam "Ofiste çayımı iç bir ara" dedi, ben de "sınavlar bitince ofisleri teker teker dolaşmak zorunda kalacağım zaten siz beni tanıyacak mısınız ki hem gelsem" dedim, "bakalım göreceğiz" falan dedi. Öyle komiklikler şakalar derken, Yonca Ablalar geldi ve onların arkadaşlarının klezmer diye adlandırdıkları Doğu Avrupa'daki yahudilerin geliştirdikleri müziği icra eden grubunun canlı performanslarını izledik. Yonca Abla ve Murat Abi'nin zaten "Nefes" adında Geleneksel Türk Müziği yapan bir grupları var. Kendileri hem akademisyenler hem müzisyenler, çok hoş gerçekten. Bu etkinliğin ayrı bir özelliği zaman zaman doğaçlama takılmaları ve dileyen konukların da kendi enstürmanalrı ile gruba katılması, "jam session" dedikleri bir olay. Hal böyle olunca Murat Abi darbukasını çıkardı, bir süre sonra Yonca Abla kaşıklarıyla katıldı. İnanılmaz güzel bir ortam oldu.

Sonra benim gitme vaktim geldi, vedalaşıp ayrıldık ve trenime binip gece 12 de yorgun argın Tampere'ye vardım. Üstüne arkadaşlarıma katılır, ortama akarız diye düşünmüştüm ama halim yoktu, doğru odama geldim.

İşte böyle dostlarım burada karlar eriyor ama güneş kendini göstermekte direniyor ve yağmurla beraber yaşıyoruz. Ama görünen o ki o hiçbir yere benzetemediğim "ne biçim yer be yav" dediğim mahallem Lukonmaki baharda çok tatlı olacak gibi. Atlet, çizgili pijama mangalımızı yapıcaz ormanlarda inşallah.

Saat geç olmuş yatayım artık. Kendinize çok iyi bakın bir sonraki yazıda görüşmek üzere....

2 yorum: