22 Haziran 2009 Pazartesi

Riga (Letonya) ve Vilnius (Litvanya)

Upuzun bir aradan sonra tekrar birlikteyiz. Birinci Avrupa Turnesi sona erdi, bu satırları İzmir'deki evimizin balkonundan yazıyorum size. Rüya sona erdi ve normal yaşantımıza döndük diyebilirim.

27 Mayıs'ta Riga'nın yolunu tuttum dostlarım. Finlandiya'daki odamı boşalttım, arkadaşlarımla vedalaştım ve sorunsuz bir uçak yolculuğu sonucunda Letonya'nın bu şirin başkentine vardım. Bu geziye yalnız gitmem olaya apayrı bir hava katıyor. İzmir'den İstanbul'a bile otobüsle tek başına gitmemiş bir adam olarak böyle bir şeye girişmem önemli bir adımdır elbet.

Hostelime vardım odama yerleştim ve ardından resepsiyona Şampiyonlar Ligi finalini veren mekanları sordum ilk iş olarak. Maçın son on dakikasını izlesem de atmosfer hoştu gerçekten. Riga'da gece hayatı ve güzel kızların benim gibi saf erkeklere kuracağı tuzaklar hakkında defalarca nasihat aldığım için disko, gece klubü gibi ortamlara bulaşmak istemedim zaten yorgundum da. Caddedeki bazı hanımların etkileyici gülümsemelerine aldırış etmemeye çalıştım. Garip bir paranoya vardı, "Başıma bir iş gelir, böbreğimi alırlar" diye, oysa biraz dikkatli olsak böle saçmalamaya gerek bile kalmayacak. Ardından hostele geri döndüm, alt kattaki pubda biraz oturdum insanların benimle tanışmasını bekledim ama kimse gelmedi. Sadece tebessüm ettik birbirimize. Yatmak için neden ararken mekanın Megadeth, Disturbed gibi gruplardan eserler çalmasıyla yatma saatimi ertelemeye karar verdim ama yol yorgunluğu daha ağır bastırdı ve odama çekildim.


Güzel bir gecenin ardından ertesi sabah şehir turuma başladım. Yalnız olduğum için bundan dolayı bir sıkıntı yaşamamak adına sürekli kendimi motive etmeye çalıştım. Oturduğum kafelerde gözlüğümü takıp kitap okudum biraz, defterime notlar aldım kısacası entel gibi görünmeye çalıştım. Kahvaltının ardından Riga Old Town'ın derinliklerine indim, fotoğraflar çektim. Sonra gelmişken bir müzeye gireyim diye düşündüm ve İstila Müzesini ziyaret ettim. Müze Letonya'nın İkinci Dünya Savaşı ve bitimindeki dönemlerde Sovyet,Nazi ve tekrar Sovyet işgallerini yanıstan fotoğraf ve belgelerle dolu hoş bir müze. İki saat kadar orada kaldıktan sonra karnımı doyurdum ve Özgürlük Anıtı, katedraller ve şehrin göbeğindeki son derece güzel parkların çevresinde yürüdüm, etrafı talan ettim ve yorulunca oturdum dinlendim.


Saygı duyduğum insan (üstad diyoruz biz Mülazım ile kendisine) Burak'ın bana tarif ettiği bir bar vardı. Onu bulmak için debelendim durdum. Üstad adını hatırlayamıyordu bana sadece girişindeki isminin taşa kazınmış olduğunu ve çok geniş bir bira yelpazesine sahip olduğunu söylemişti. Saatlerce yolda gördüğüm her insana "Burada bir bar varmış içinde bir sürü bira varmış, ismi taşa kazılıymış" diye sordum. Ya deliymişim gibi baktılar bana ya da "çok mu seviyorsun sen birayı" dediler. Neyse o barı bulamadım sonuçta hoş bir kafeye oturdum birşeyler içtim. Uzuvas adında milli biraları olduğunu söylediler. Daha sonra oturduğum boş bir barda o birayı denedim son derece güzeldi. Ancak fark ettim ki yalnız gezmenin dezavantajı da akşam yorgun biranızı yudumlarken muhabbet edecek birini bulmakta zorlanacağınızmış. O akşam birazcık canım sıkıldı sonra hostele geçtim. Hostelin barında personelle ufak bir sohbetten sonra odama çıktım ve uykuya daldım.

Sabah vakitlice kalktım şöyle güzel bir kahvaltı yapayım dedim. Yakınlarda bir alışveriş merkezinin içinde hoş bir kafeterya vardı, "Omlet var mı?" dedim, "Olmaz mı" dediler, oturdum. Canınızı çektirmek gibi olmasın bir omlet geldi, altta ipince patates kızartması falan tıkandım yiyemedim resmen. Doyurucu olmaz derken patlayacaktım artık vallahi "Helal olsun" dedim, bayağı da hesaplı geldi yani büyüklüğe bakınca. Yanında çay istedim ücretsizmiş o saatte zaten. Fincan beklerken demlik geldi, 4 fincan çay çıktı, krallar gibi hissettim o an kendimi. Sonra koşa koşa hostele gittim çıkışımı yaptım ve Vilnius'a gitmek için otogara gittim.

Eurolines adlı şirketle ilk tanışmam olacaktı bu yolculuk. Litvanya topraklarına ayak basacağım için heyecanlıydım sonuçta bir başka yeni ülke. Riga - Vilnius yolu açıkçası Güzelyurt - Lefkoşa yolundan farksız. Daracık, gidiş geliş yol ama şöförler insan gibi kullanınca bir sıkıntı gerilim, olmuyor. Litvanya'ya girince Avea'dan hoşgeldiniz mesajı bekledim, malum koleksiyon yapıyordum mesajlardan ama atmadı pislikler. Neyse sınırdan geçtik bir kaç kilometre sonra yolun kenarındaki polis ekibi "Huoppp!" diye durdurdu bizi ve pasaport kontrolü için otobüse bindiler. Acaip gerilirim böyle kontrollerde ilk ben uzattım pasaportumu. Yarım saat oturma iznimin bulunduğu sayfayı bulmak için uğraştı adam sonra geri verdi pasaportumu. Ardından yolumuza devam ettik ve Vilnius'a vardık.

Hava son derece kapalıydı canımı sıkmıştı bu durum. Gara gelince koştum danışmaya, hostele giden otobüse nerden nasıl bineceğimi sordum ve atladım caddeye. Otobüsü hemen buldum bindim ama hostelin yönüne mi yoksa ters yöne mi gidiyor bilemedim. Madem bir soru soracağım kıza sorarım mantığı ile genç bir hanımefendiye yanaşıp "Bu otobüs bu caddeden geçer mi?" diye sordum "Bilmiyorum" dercesine başını salladı iki yana. "Bileti nasıl alacağız?" diye sordum aynı şekilde başını salladı, "İngilizce biliyor musun?" diye sordum yine aynı şekilde başını sallayınca her yerin Finlandiya gibi olmadığını düşünüp otobüsteki insanları kısaca süzdükten sonra gözlüklü, beyaz yakalı, şişman bir adamın İngilizce bildiğini varsayıp yanına gittim. Yanılmamıştım adam İngilizce biliyordu ve bana çok yardımcı oldu. Kendisi Kaunas Üniversitesi'nde öğretim üyesiymiş, Erasmus'tan falan bahsettik kısa yolculuğumuz içinde sonra bana kartını verdi, teşekkür edip hostelin sokağında numaraları saymaya başladım ve hostelimi buldum. Öğretmen Evi gibi bir yeri andırıyordu hostel, bahçeli gösterişsiz ama son derece şirin bir yerdi. Odama yerleştim, dışarı çıkmak için hazırlanırken genç bir arkadaş geldi "Işığı açabilir miyim?" diye sordu. Oda arkadaşımdı kendisi tanıştık hemen. Adı James, Amerikalı ve buraya hocasıyla beraber bir araştırma yapmak için gelmiş. Sohbet muhabbet derken "Çay içelim mi" dedi, "Tamam" dedim. Mutfakta devam ettik sohbete ve adam konuştukça ne kadar birikimli olduğunu gösterdi. Konu Türkiye'ye dönünce ve adam "Ya bu Ergenekon ne kardeş?" diye sorunca "Yuh artık onu da mı biliyorsun" dedim ve bildiklerimi anlattım. Zaten herkesin bu konuda bildiği şey aslında hiçbir şey bilmediği öyle değil mi dostlarım?

Neyse sonra James'in de burada arkadaşı yokmuş canı sıkılıyormuş (adam öyle demedi ama belliydi yani) beraber çıktık dışarı. Güzel ama pahallı bir yerde yemek yedik, dolaştık durduk. Saat 11 gibi "Arıza çıkarmak istemem ama benim uykum geldi, gitmem lazım sanırım" dedi James. Şöyle bir düşündüm, ben de yol yorgunuydum ve sabah erken kalkıp şehri gezmem daha mantıklı olacaktı çünkü öğlen Riga'ya geri dönmem gerekiyordu. Hostele geri döndük ve anaokul çocukları gibi erkenden yattım o gece.

Sabah James'i kaldırdım. Adam uyanıp bir anda "Cool, thank you!" diye haykırınca korktum nereden geldiyse o enerji sabah sabah. Neyse sırtladım çantamı hostelden çıkışı yapıp James ile yola koyulduk. Beraber kahvaltı yaptıktan sonra onu Vilnius Üniversitesi'ne bırakıp helalleştikten sonra 10 kg dan daha ağır bir sırt çantasıyla birlikte 3 saat boyunca arada durmak suretiyle şehirde dolandım durdum. Vilnius şeker bir yer ama Riga'dan daha gösterişsiz ki Riga gösterişli bir yer de değil yani, siz tahmin edin artık sönüklüğü. Ancak kocaman bir katedrali var ve katedralin kapısına bakan cadde son derece güzel ve ilgi çekici. Sürekli yolun ortasına geçip fotoğraf çektim zaten. Bir yukarı bir aşağı dolana dolana otobüs saatim geldi ve aynı anda omzumun da çürüdüğünü fark ettim çantanın ağırlığından ötürü.

Riga'ya geri döndüm, bir şeyler atıştırdım ve havaalanı vaktimi beklemeye başladım. Açıkçası Vilnius'ta çok kalamamıştım ama Riga'yı öyle ya da böyle görebilmiştim. Bence iki şehir de hoş ama görmezseniz büyük bir şey kaçırmazsınız. "Burnumun dibinde duruyor iki şehir, o kadar arkadaşım gördü ben neden görmeyeyim?" diye düşünüp gittim gördüm sonuçta, değişiklik oldu. Yalnız kovboylar gibi takıldım ama farklı oldu benim için yeni insanlar tanıdım yine de.

Saat 8 gibi Riga havaalanına geldim. Stockholm uçağına daha vakit vardı ve o sırada Beşiktaş'ımız şampiyonluk maçını oynuyordu Denizli'de. Hemen bir internet buldum maçın son 15 dakikasını izledim. "Deli mi bu öyle ekrana bakıyor" diye izledi beni uzaktan görenler. Bayağı gergindim ama son düdükle uzun zamandır beklediğimiz şampiyonluğa ulaştık. İlgilenmeyenler için çok basit veya sıradan gelebilir ama bu olay gerçekten farklı benim için, sadece basit bir futbol olayı değil yani. Belki bir ara Beşiktaş ile ilgili bir blog yazarım, anlarsınız yıllardır neler çektiğimizi. O an arkadaşlarımla, sevdiklerimle birlikte olmayı isterdim ama kaderde Riga'da havaalanında yalnız olmak varmış. Sevinçten pırpır uçağa doğru koştum binmeden önce "Oley oley oley oleeeyy, şampiyon Beşiktaş!" diye bağırıp enerjimi boşalttıktan sonra Stockholm'ün yolunu tuttum.

Riga ve Vilnius gezim böyleydi dostlarım Stockholm'de görüşmek üzere kendinize iyi bakın...

4 yorum:

  1. Deathmetalin avrupadaki marka sehri ve kalesi (:P) Stockholm a gidipte metalik bir aktivite yapmadiysan bosuna anlatma cancim :P :)

    YanıtlaSil
  2. buarada benerkerr ismim niye cikmadi analamadim:)

    YanıtlaSil
  3. nasıl biticek bu raporlar babacım. 2 günümüz var.

    YanıtlaSil
  4. merhabalar bende yaklaşık 3 hafta sonra Riga üzeri Vilniusa gideceğim, Riga'dan Vilnius'a en kolay nasıl giderim bunun derdindeyim. Bu konu hakkında tecrübelerinizden yararlanmak isterim.
    Saygılarımla...
    ofaruksah@gmail.com

    YanıtlaSil